Şems-i Tebrîzî: Mevlânâ’nın Gönlünü Ateşe Veren Güneş

Yönetici
Yönetim Kurulu Başkanı
Chairman of the Board
Katılım
10 Nisan 2025
Mesajlar
742
Reaksiyon puanı
81
20170213090039151_SemsiTebriziTurbesi.png


Tarih boyunca bazı insanlar vardır ki, yaşadıkları dönemin çok ötesinde izler bırakır. Onlar ne büyük ordular yönetir, ne de saraylarda yaşar.
Ancak bir kalbe dokunur, bir gönlü yakarlar ve ardından çağları aydınlatan bir meşale olurlar. Şems-i Tebrîzî, işte bu müstesna ruhlardan biridir.
O, Mevlânâ’yı Mevlânâ yapan; onu ilimden aşkın kıyısına taşıyan sır dolu bir mürşittir.

Hayatı: Gizemli Bir Yolcunun Sessiz Hikâyesi​

Şems-i Tebrîzî, 1185 yılında İran’ın Tebriz şehrinde doğmuştur. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. “Şems” kelimesi Arapça’da “güneş” anlamına gelir ve tıpkı ismi gibi, karanlık gönülleri aydınlatan bir ışık olmuştur. Genç yaşta tasavvuf yoluna girmiş, zahirî ilimlerden çok bâtınî marifetlere yönelmiştir.
Doğu’nun çeşitli şehirlerinde dolaşmış, derin sohbetlere katılmış, ama her yerde bir eksiklik hissetmiştir. Çünkü aradığı gerçek dost henüz karşısına çıkmamıştır. Bu eksiklik onu Konya’ya götürür. 1244 yılında kader, onu Mevlânâ Celaleddin Rûmî ile buluşturur. İşte bu karşılaşma, yalnızca iki insanın değil, iki âlemin çarpışması gibidir.

Mevlânâ ile Karşılaşması: Kalpten Kalbe Bir Kıvılcım​

Mevlânâ o sırada tanınmış bir din âlimidir; öğrencileri vardır, halkın saygısını kazanmıştır. Ancak Şems’in ona sorduğu o ilk soru her şeyi değiştirir:
“Ey Mevlânâ, Muhammed mi büyüktür, yoksa Bâyezid-i Bistâmî mi?”
Bu soru zâhiren şaşırtıcıdır, ama içinde derin bir hikmet barındırır. Şems, Mevlânâ’nın ilmî kabuğunu kırar, onu aşkın denizine davet eder. Bu dostluk öyle derindir ki, Mevlânâ yıllarca biriktirdiği kitaplarını yakar, sadece aşk ile yaşamaya başlar. Artık o, bilgi âlimi değil; aşk sarhoşudur.
“Aşk öyle engin bir denizdir ki, ne başlangıcı vardır bunun ne de sonu.”
– Şems-i Tebrîzî

İnsanlara Ters Gelen Doğruluk​

Şems-i Tebrîzî’nin en büyük özelliği, kimseye hoş görünmeye çalışmamasıydı. Doğrudan ve keskin bir dili vardı. Gerçekleri söylemekten çekinmezdi. Bu yüzden, halkın ve hatta Mevlânâ’nın yakın çevresinin tepkisini çekti. Onu kibirli, gizemli ve hatta deli ilan ettiler. Çünkü Şems, kalıpların dışında düşünen bir “deli âşık”tı.
Mevlânâ ile geçirdiği kısa ama yoğun zaman, Mevlânâ’yı bambaşka bir insana dönüştürdü. Fakat bu yakınlık çevrede kıskançlık ve huzursuzluk yarattı. Ve bir gün, Şems aniden kayboldu...

Kayboluşu: Sessiz Bir Vedanın Ardında Gizlenen Aşk​

Şems’in kayboluşu hâlâ bir sırdır. Bazı kaynaklara göre öldürüldü, bazılarına göre kendisi ayrıldı. Nerede, nasıl vefat ettiği kesin olarak bilinmez. Ama gönüller onun hâlâ yaşadığını söyler. Çünkü Şems, sadece bir beden değil; bir ruhtu, bir ateşti. Ve bu ateş, Mevlânâ’nın içinde yandıkça Şems de yaşamaya devam etti.
Mevlânâ, onun ardından yıllarca şiirler yazdı, sema etti, gözyaşı döktü. Divan-ı Kebir’de geçen “Şems” adıyla aslında kendi içindeki aşkı anlattı.
“Aşk bir güneştir. Onun da Şems’i gerek.”

Düşüncesi: Aşk, Özgürlük ve Hakikat​

Şems-i Tebrîzî’ye göre aşk, sadece duygusal bir hâl değil, varoluşun özüdür. Akılla değil kalple yaşanır. Kuralları, şekilleri yıkar; seni neysen o olmaktan çıkarır. O, ne tarikat kurdu, ne kitap yazdı. Ama sözleriyle ve hal diliyle bir çağın ruhunu değiştirdi.
“Sen kendini ne sanırsan, aşk seni ondan vazgeçirir.”
 
Üst